Sitenin sağında bir giydirme reklam

Deprem Takip Merkezi'nden 3. ayında 'enkaz' değerlendirmesi: 'Suç listesinin eksiği yok, fazlası var

Gündem 11.05.2023 - 10:39, Güncelleme: 14.05.2023 - 02:02 2019+ kez okundu.
 

Deprem Takip Merkezi'nden 3. ayında 'enkaz' değerlendirmesi: 'Suç listesinin eksiği yok, fazlası var

Türkiye Komünist Partisi Deprem Takip Merkezi, enkazın üçüncü ayında yayımladığı değerlendirmede hâlâ giderilemeyen sorunları ve hesabı sorulması gereken suçları listeledi.
6 Şubat depremlerinin üstünden üç ay geçti. Depremden iki gün sonra ilan edilen üç aylık Olağanüstü Hal süresi de 9 Mayıs itibariyle sona erdi.  Türkiye Komünist Partisi, ilk saatlerde başlattığı ve bunca zaman geçmesine karşın güncelliğini halen koruyan dayanışma çalışmalarını 20 Şubat’tan bu yana Deprem Takip Merkezi’yle (DTM) sürdürüyor.  DTM, felaketin unutturulmaya çabalandığı üçüncü ayın sonunda bir durum değerlendirmesi yayımladı. Hesabı sorulması gereken suçların listelendiği değerlendirme şöyle: OHAL yağmaya yaradı 1) 6 Şubat depremlerinin etkilediği illerin hiçbirinde yurttaşlarımızın temel yaşamsal gereksinimlerinin karşılanmasına dönük bir düzenleme olmamış ve kalıcı barınma çözümlerine dönük somut bir gelişme sağlanmamıştır.  Tayyip Erdoğan’ın 30 Nisan’da yaptığı “Hatay hariç tüm illerimizdeki enkazı kaldırdık, inşallah Hatay’daki yıkık ve acil yıkılacak binaları da bu hafta bitiriyoruz” açıklaması doğru değildir.  Bölgede geçici barınmada düzensiz, kuralsız ve sağlıksız koşullar devam etmekte, gereksinime göre ve eşit koşullarla dağıtılması gereken çadır ve konteynerlerin taraftarlık ve çıkar ilişkileriyle paylaşıldığı görülmektedir. Geçici barınma için atılan yetersiz adımlar da havaların ısınmaya ve çadırların yaşanmaz hale gelmeye başlamasıyla boşa düşmektedir. Kalıcı konutlar başlığı ise iktidar tarafından seçim propagandasına ve ihaleci şirketlere kaynak aktarmaya malzeme yapılmıştır. Çok sayıda konut inşaatına başlanmış olmakla birlikte, bu faaliyet plansız ve kuralsız bir yapılaşma, yani sağlıksız, sorunlu bir kentleşme vaat etmektedir. İddiaların tersine kısa vadede sonuç alınması ve barınma sorununun çözülmesi de mümkün görülmemektedir.  90 günlüğüne alınan OHAL kararı, arama kurtarma, enkaz kaldırma, ihtiyaç maddelerinin acil temini, gerekli araçların sağlanması, yeterli sağlıklı geçici barınma alanlarının sunumu, sağlık hizmeti ve ilaç temini, eğitim araç ve gereç ihtiyacının karşılanması, kamu hizmetlerinin sürdürülmesi gibi önceliklerle ilgili olarak kayda değer bir getiri sağlamamıştır. Oysa OHAL ilanına bile gerek olmaksızın ülkenin dev inşaat şirketlerinin olanakları depremin sonuçlarıyla mücadeleye sevk edilebilirdi. Geçici barınma için gönüllü olarak kullanıma açılan otelcilik tesislerinin ötesinde çok daha yüksek bir kapasite, giderleri devlet tarafından karşılanarak harekete geçirilebilirdi. Yetkiler, enkaza müdahale gibi bir dizi fonksiyonun özel şirketlerin kâr güdüsüne teslim edilmemesi için değerlendirilebilirdi.  Bütün bunların yerine OHAL esas olarak orman, mera ve tarım arazilerine sorgusuz sualsiz, denetimsiz ve geri dönüşsüz biçimde el koymaya hizmet etmiştir. Geçici barınma ihtiyacı mazeret gösterilip, OHAL’e yaslanarak, kamulaştırmalara gidilmesinin çok örneği var. Bu tür adımlar “geçici” gereksinim ortadan kalktıktan sonra geri döndürülemez. Bir sonraki aşamada ise söz konusu arazilerin bir servet transferine konu olması, yani yağmaya açılması tasarlanmaktadır.  Su kirliliği giderilemedi, enkazlar şirketlere terk edildi 2) Depremlerin yarattığı etki ve yıkımın çevreye ve insan sağlığına verdiği zarar ve yarattığı tehditler enkaz kaldırma ve kentsel yaşamın düzene sokulması çalışmaları sırasında da devam etmektedir.  Depremden etkilenen illerde hâlâ temiz su bulunamamaktadır. Deprem Takip Merkezi’nin bir saha çalışmasıyla elde ettiği analiz sonuçları yetkililer tarafından görmezden gelinmiş, hatta suların kirliliği bir polemik ve suçlama konusu kılınmak istenmiştir.  DTM Hatay’ın Defne ilçesinde bir dizi su arıtma tesisi kurmuştur ve bu tesisler faaliyete geçmek üzeredir. Devletin ilgili kurumlarının ve yerel yönetimlerin ise bölgenin herhangi bir yerinde adım atmadığı izlenmektedir. Yetkili kurumlar sulardaki kirlenmenin kendiliğinden geçmesini veya insanların memleketlerini terk etmesini beklemektedir. Bu yaklaşım olsa olsa söz konusu iş yeterince kârlı olduğunda değişebilir. Bölgede, depremin ardından geçen sürede ortaya çıkan yeni solunum yolu rahatsızlıkları, ishal salgınları ve başka bazı sağlık sorunları endişe vericidir. Çocuk ölümlerine rastlanması bile yetkililer tarafından ciddiye alınmamıştır.  Depremin etkilediği il, ilçe ve köylerde hâlâ dokunulmamış enkazlar bulunmakta, hasarlı binaların çoğunluğu, önlem alınmamış haliyle yıkım çalışmasını beklemektedir. Süregiden enkaz kaldırma faaliyeti şirketlerin insafına terk edilmiştir. Bunlar halk sağlığını, tarımsal üretim ve çevre üstündeki tehdidi hiçe sayarak yürüttükleri işte, birinci sıraya maliyetleri düşürmeyi koymaktadır. Zehirleyici olma ihtimali yüksek toza karşı enkazın sulanması bile ciddi mücadelelerle sağlanabilmektedir. Çevre kirliliği yalnızca kentleri, köyleri ve geçici barınma alanlarını tehdit etmemektedir. Deprem bölgesinin ülkemizin toplam tarımsal üretiminde önemli yer tuttuğu bilinmektedir ve felaket nedeniyle yaşanan ürün ve üretim kapasitesi kaybına bir de kirlenmenin eklenmesi kaçınılmaz olacaktır. Hazırlıksızlık ve plansızlık eğitimde eşitsizliği derinleştirdi 3) Deprem bölgesinde 24 Nisan itibariyle eğitim ve öğretime dönülmeye başlandı. Ancak alınan karar ve yapılan açıklamaların büyük bölümü göstermelik kalmıştır. Çadır kurmak, konteynerleri yan yana sıralamak bir geçici barınma kompleksi için yeterli olamaz. İnsanların bir arada yaşayacağı sosyal alanlar, hijyen altyapısı, ulaşım gibi bir dizi fonksiyon yokken “barınma” sorununun halledildiği iddia edilemez. Eğitim ve öğretimde de göstermelik olanın ötesine geçilemediğini söylemek durumundayız. Kullanılabilir durumdaki okul binaları başka kamu hizmetlerine açılmış, fiziksel mekân olarak öğretim tesisleri azalmıştır. Göç nedeniyle öğrenci sayısı da azalmış olmakla birlikte tek sorun bu değildir.  Ağır bir travmanın sonrasında kapalı mekânlarda sistematik bir öğretim zaten hayata geçirilememekte, insanlar haklı olarak “içeri girmek” istememektedir. Kaldı ki bölgede ulaşım sağlıklı biçimde sağlanamadığı için çocukların okula gitmesi başlı başına bir sorun olabilmektedir. Öte yandan göç edenler yalnızca velileriyle birlikte öğrenciler değil, aynı zamanda öğretmenlerdir. Eğitimciler de depremzededir ve bölgede eğitimci açığı bulunmaktadır. Ek olarak barınma sorunu çözülmemiş olması bu açığın giderilmesini de olanaksız hale getirmektedir.  Eğitim ve öğretim hizmeti, çocukların travmadan kurtarılması için depremin ertesi gününden itibaren başlatılmalıydı. Eğitim sisteminin eleme sınavına dayanan yarışmacı niteliği ise ya depremzedeler için kaldırılmalı, ya da depremzede gençlerin koşullarının iyileştirilmesi için sağlıklı bir planlama yapılmalıydı. Bugünse ortada yalnızca uygulanması istenen ve uygulanması mümkün olmayan bir müfredat vardır. Hazırlıksızlık ve plansızlık Şubat başlarından Nisan sonlarına kadar bir türlü giderilmemiş, sonuç olarak bir kuşak çocuk ve gencin eğitim yaşamına darbe vurulmuş, sisteme içkin eşitsizlikler daha da derinleşmiştir. 1 6 Şubat depremleri, 2020-2022 pandemi döneminde gözlemlenen iktidarın eğitime bakışını daha da çarpıcı biçimde açığa çıkarttı. Üniversitelerde uzaktan eğitime geçilmesi depremzede öğrencilerin bilgisayar ve internet donanımsızlığını tamamen görmezden gelmek anlamına gelmiştir. Yaşadıkları deprem bölgesinden ayrılarak bir süreliğine üniversitesinin bulunduğu kentte yaşama ve rehabilite olma imkânı, gençlerin elinden alınmıştır. Deprem bölgesi dışındaki okullar ve öğrenciler açısındansa uzaktan eğitime geçilmesi akılcı herhangi bir gerekçeden yoksundur. Bitmeyen tepkiler karşısında YÖK Nisan başında üniversitelerin yüz yüze eğitime geçmesine izin vermiştir. Bu da pratikte hibrit yöntem anlamına gelen, sistemin dönemin ortasında değiştirilmesi gibi olanaksız uygulamalar öngören bir karar olmuştur. İktidar öğrenci gençliğin ülke çapında kitlesel bir yer değiştirmeyle öğrenimini sürdürdüğü gerçeğini bilmez görünmektedir.  Öğrenci yurtlarının depremzede ailelerin barınmasına açılması uzaktan eğitim için bir gerekçe olarak sunulmuştu. Yurtların bu amaçla kullanımının yüzde 18,8 oranında kalmış olması, asıl amacın yükseköğrenim gençliğinin sosyalleşmesinin ve seçim öncesi süreçte politize olmasının maddi koşullarını yok etmek olduğunu göstermektedir.  Depremzedelerin seçme hakkı ellerinden alındı 4) Depremden etkilenen milyonlarca yurttaşımız henüz daha yaşamlarını yeniden kurmak için uğraşırken, ülkemiz sanki 6 Şubat 2023 ve sonrası hiç yaşanmamışçasına sıradan bir seçim sürecine sokulmuştur.  Oysa başka her tür toplumsal hak ve olanaklarda olduğu gibi seçmen hakları ve seçim güvenliği konusunda da depremin yarattığı yıkım büyüktür. Günlük yaşamları, barınmaları, geçimleri, sağlıkları, çocuklarının eğitimi henüz güvenceye alınmamış yurttaşlarımız seçim konusunda da sahipsiz ve seçeneksiz bırakılmıştır. Deprem bölgesinden göç etmek zorunda kalan milyonlarca yurttaşın oy kullanabilmesinin önünde, ulaşımdan barınmaya pek çok engel ve zorluk bulunmaktadır. Deprem bölgesinde, hasarlı ya da yıkılmış evlerinin yakınında çadırlarda ve konteynerlerde yaşayan yurttaşların ise seçme haklarını sağlıklı kullanma olanağı açıkçası yoktur.  YSK, “Yaklaşık 133 bin seçmenin askı süresi içerisinde deprem bölgesinden diğer illerimize kayıtlarını aldırdığını” açıkladı. Bu sayının deprem sonrası memleketlerini terk ettiği bilinen depremzede nüfusunun ve dolayısıyla 11 deprem ilinin toplam seçmen sayısının son derece az bir kısmını temsil ettiği söylenebilir. Kayıt yaptırmamanın ağır bir travma yaşayan yurttaşların kendilerine ait bir sorun olduğu ise kabul edilemez. Depremzedelere seçme hakkını kullanmaları için yalnızca belirli bir tarihe kadar kaydını değiştirmesi gerektiği söylenmiştir. Oysa söz konusu nüfus olağan gerekçelerle bir başka seçim çevresine taşınmayı seçmiş değil, buna zorunlu kalmıştır.  TKP bu gerçekten hareketle Nisan ayında YSK’ya başvuruda bulunarak seçme hakkının korunmasının Kurulun sorumluluğu olduğunu hatırlatmış, efektif bir çözüm bulunması için talepte bulunmuştur. Yanıt “ayrıca yapılacak bir işlem” olmadığı biçimindedir.  Diğer başlıklarda olduğu gibi seçme hakkı için de devlet yurttaşlarına “başlarının çaresine bakmalarını” söylemektedir.  Bunun üzerine TKP kendi olanakları açısından gerçekçi bir ölçekte sorumluluk üstleneceğini duyurmuş ve bir dizi kentten Hatay’a depremzede seçmenlerin oy vermek amacıyla taşınması için dayanışma örgütlemeye koyulmuştur. Kuşkusuz bu, devletin sorumluluğunda olması gereken bir işlevdir. TKP’nin YSK başvurusu ve dayanışma çağrısından sonra başka siyasi partiler de seçmenleri taşıma organizasyonuna girişmiş, AFAD’ın ise yol parasını karşılayacağı açıklanmıştır.  * * * Burada değindiğimiz dört başlığın ötesinde, hukuk yoluyla hak arama, tarihsel ve kültürel mirasa sahip çıkılması, kentsel planlama, tarımsal ve endüstriyel üretimin ayağa kaldırılması, gelir kaybının telafisi, iş olanaklarının yaratılması, göçmen depremzedelerin geri dönüşü gibi karmaşık bir dizi başka sorun sahipsiz ve çözümsüz olarak ortada durmaktadır.  Siyasi iktidarın ve ilgili kurumların milyonlarca insanı doğrudan vuran ve toplumun bütününü sarsan böylesi bir sorun kümesini “başının çaresine bak” diye karşıladığını, olası çözümleri ise piyasaya bıraktığını söyleyebiliriz.  Bu durum kabul edilemez. İnsanlarımızın çaresizliğe terk edilmesi ve bir afet üzerinden özel şirketlerin kâr elde etmesi, yurttaş ve insan haklarının açıkça ihlalidir. Türkiye adalet duygusunu yitirerek enkazın altından çıkamaz. İlgili kurumlar ile kadrolarının mutlak bir yetersizlik sergilediği kesin olmakla birlikte, asıl sorun beceriksizlik olarak hafifsenmemelidir. Siyasi iktidarın halkın sorunları karşısında sergilediği beceriksizlik, afeti “fırsata çevirmek” söz konusu olduğunda benzersiz bir maharete ve kurnazlığa yerini bırakmaktadır.  Yalnızlaştırmayı mazur göstermeye yarayan dinci gericiliğe ve halkın yararını değil kârları merkeze koyan piyasacılığa karşı mücadele etmeden deprem başlığında adım atılamayacağı, üç ayın sonunda bütün kanıtlarıyla birlikte ortaya çıkmış bulunmaktadır. Her durumda 6 Şubat depremleri, hesabı mutlaka sorulması gereken uzun bir listenin şekillenmesine vesile olmuştur. TKP Deprem Takip Merkezi gericiliğin ve piyasacılığın yolunu döşediği bu suç listesinin takipçisi olacaktır.  Türkiye Komünist Partisi Deprem Takip Merkezi 10 Mayıs 2023 1.Bizim Gazete, sayı 35, sayfa 6, “Depremden Üç Ay Sonra Eğitimdeki Sorunlar Sürüyor – Eğitim de Enkaz Altında
Türkiye Komünist Partisi Deprem Takip Merkezi, enkazın üçüncü ayında yayımladığı değerlendirmede hâlâ giderilemeyen sorunları ve hesabı sorulması gereken suçları listeledi.

6 Şubat depremlerinin üstünden üç ay geçti. Depremden iki gün sonra ilan edilen üç aylık Olağanüstü Hal süresi de 9 Mayıs itibariyle sona erdi. 

Türkiye Komünist Partisi, ilk saatlerde başlattığı ve bunca zaman geçmesine karşın güncelliğini halen koruyan dayanışma çalışmalarını 20 Şubat’tan bu yana Deprem Takip Merkezi’yle (DTM) sürdürüyor. 

DTM, felaketin unutturulmaya çabalandığı üçüncü ayın sonunda bir durum değerlendirmesi yayımladı.

Hesabı sorulması gereken suçların listelendiği değerlendirme şöyle:

OHAL yağmaya yaradı

1) 6 Şubat depremlerinin etkilediği illerin hiçbirinde yurttaşlarımızın temel yaşamsal gereksinimlerinin karşılanmasına dönük bir düzenleme olmamış ve kalıcı barınma çözümlerine dönük somut bir gelişme sağlanmamıştır. 

Tayyip Erdoğan’ın 30 Nisan’da yaptığı “Hatay hariç tüm illerimizdeki enkazı kaldırdık, inşallah Hatay’daki yıkık ve acil yıkılacak binaları da bu hafta bitiriyoruz” açıklaması doğru değildir. 

Bölgede geçici barınmada düzensiz, kuralsız ve sağlıksız koşullar devam etmekte, gereksinime göre ve eşit koşullarla dağıtılması gereken çadır ve konteynerlerin taraftarlık ve çıkar ilişkileriyle paylaşıldığı görülmektedir. Geçici barınma için atılan yetersiz adımlar da havaların ısınmaya ve çadırların yaşanmaz hale gelmeye başlamasıyla boşa düşmektedir.

Kalıcı konutlar başlığı ise iktidar tarafından seçim propagandasına ve ihaleci şirketlere kaynak aktarmaya malzeme yapılmıştır. Çok sayıda konut inşaatına başlanmış olmakla birlikte, bu faaliyet plansız ve kuralsız bir yapılaşma, yani sağlıksız, sorunlu bir kentleşme vaat etmektedir. İddiaların tersine kısa vadede sonuç alınması ve barınma sorununun çözülmesi de mümkün görülmemektedir. 

90 günlüğüne alınan OHAL kararı, arama kurtarma, enkaz kaldırma, ihtiyaç maddelerinin acil temini, gerekli araçların sağlanması, yeterli sağlıklı geçici barınma alanlarının sunumu, sağlık hizmeti ve ilaç temini, eğitim araç ve gereç ihtiyacının karşılanması, kamu hizmetlerinin sürdürülmesi gibi önceliklerle ilgili olarak kayda değer bir getiri sağlamamıştır. Oysa OHAL ilanına bile gerek olmaksızın ülkenin dev inşaat şirketlerinin olanakları depremin sonuçlarıyla mücadeleye sevk edilebilirdi. Geçici barınma için gönüllü olarak kullanıma açılan otelcilik tesislerinin ötesinde çok daha yüksek bir kapasite, giderleri devlet tarafından karşılanarak harekete geçirilebilirdi. Yetkiler, enkaza müdahale gibi bir dizi fonksiyonun özel şirketlerin kâr güdüsüne teslim edilmemesi için değerlendirilebilirdi. 

Bütün bunların yerine OHAL esas olarak orman, mera ve tarım arazilerine sorgusuz sualsiz, denetimsiz ve geri dönüşsüz biçimde el koymaya hizmet etmiştir. Geçici barınma ihtiyacı mazeret gösterilip, OHAL’e yaslanarak, kamulaştırmalara gidilmesinin çok örneği var. Bu tür adımlar “geçici” gereksinim ortadan kalktıktan sonra geri döndürülemez. Bir sonraki aşamada ise söz konusu arazilerin bir servet transferine konu olması, yani yağmaya açılması tasarlanmaktadır. 

Su kirliliği giderilemedi, enkazlar şirketlere terk edildi

2) Depremlerin yarattığı etki ve yıkımın çevreye ve insan sağlığına verdiği zarar ve yarattığı tehditler enkaz kaldırma ve kentsel yaşamın düzene sokulması çalışmaları sırasında da devam etmektedir. 

Depremden etkilenen illerde hâlâ temiz su bulunamamaktadır. Deprem Takip Merkezi’nin bir saha çalışmasıyla elde ettiği analiz sonuçları yetkililer tarafından görmezden gelinmiş, hatta suların kirliliği bir polemik ve suçlama konusu kılınmak istenmiştir. 

DTM Hatay’ın Defne ilçesinde bir dizi su arıtma tesisi kurmuştur ve bu tesisler faaliyete geçmek üzeredir. Devletin ilgili kurumlarının ve yerel yönetimlerin ise bölgenin herhangi bir yerinde adım atmadığı izlenmektedir. Yetkili kurumlar sulardaki kirlenmenin kendiliğinden geçmesini veya insanların memleketlerini terk etmesini beklemektedir. Bu yaklaşım olsa olsa söz konusu iş yeterince kârlı olduğunda değişebilir.

Bölgede, depremin ardından geçen sürede ortaya çıkan yeni solunum yolu rahatsızlıkları, ishal salgınları ve başka bazı sağlık sorunları endişe vericidir. Çocuk ölümlerine rastlanması bile yetkililer tarafından ciddiye alınmamıştır. 

Depremin etkilediği il, ilçe ve köylerde hâlâ dokunulmamış enkazlar bulunmakta, hasarlı binaların çoğunluğu, önlem alınmamış haliyle yıkım çalışmasını beklemektedir. Süregiden enkaz kaldırma faaliyeti şirketlerin insafına terk edilmiştir. Bunlar halk sağlığını, tarımsal üretim ve çevre üstündeki tehdidi hiçe sayarak yürüttükleri işte, birinci sıraya maliyetleri düşürmeyi koymaktadır. Zehirleyici olma ihtimali yüksek toza karşı enkazın sulanması bile ciddi mücadelelerle sağlanabilmektedir.

Çevre kirliliği yalnızca kentleri, köyleri ve geçici barınma alanlarını tehdit etmemektedir. Deprem bölgesinin ülkemizin toplam tarımsal üretiminde önemli yer tuttuğu bilinmektedir ve felaket nedeniyle yaşanan ürün ve üretim kapasitesi kaybına bir de kirlenmenin eklenmesi kaçınılmaz olacaktır.

Hazırlıksızlık ve plansızlık eğitimde eşitsizliği derinleştirdi

3) Deprem bölgesinde 24 Nisan itibariyle eğitim ve öğretime dönülmeye başlandı. Ancak alınan karar ve yapılan açıklamaların büyük bölümü göstermelik kalmıştır.

Çadır kurmak, konteynerleri yan yana sıralamak bir geçici barınma kompleksi için yeterli olamaz. İnsanların bir arada yaşayacağı sosyal alanlarhijyen altyapısıulaşım gibi bir dizi fonksiyon yokken “barınma” sorununun halledildiği iddia edilemez. Eğitim ve öğretimde de göstermelik olanın ötesine geçilemediğini söylemek durumundayız.

Kullanılabilir durumdaki okul binaları başka kamu hizmetlerine açılmış, fiziksel mekân olarak öğretim tesisleri azalmıştır. Göç nedeniyle öğrenci sayısı da azalmış olmakla birlikte tek sorun bu değildir. 

Ağır bir travmanın sonrasında kapalı mekânlarda sistematik bir öğretim zaten hayata geçirilememekte, insanlar haklı olarak “içeri girmek” istememektedir. Kaldı ki bölgede ulaşım sağlıklı biçimde sağlanamadığı için çocukların okula gitmesi başlı başına bir sorun olabilmektedir.

Öte yandan göç edenler yalnızca velileriyle birlikte öğrenciler değil, aynı zamanda öğretmenlerdir. Eğitimciler de depremzededir ve bölgede eğitimci açığı bulunmaktadır. Ek olarak barınma sorunu çözülmemiş olması bu açığın giderilmesini de olanaksız hale getirmektedir. 

Eğitim ve öğretim hizmeti, çocukların travmadan kurtarılması için depremin ertesi gününden itibaren başlatılmalıydı. Eğitim sisteminin eleme sınavına dayanan yarışmacı niteliği ise ya depremzedeler için kaldırılmalı, ya da depremzede gençlerin koşullarının iyileştirilmesi için sağlıklı bir planlama yapılmalıydı. Bugünse ortada yalnızca uygulanması istenen ve uygulanması mümkün olmayan bir müfredat vardır. Hazırlıksızlık ve plansızlık Şubat başlarından Nisan sonlarına kadar bir türlü giderilmemiş, sonuç olarak bir kuşak çocuk ve gencin eğitim yaşamına darbe vurulmuş, sisteme içkin eşitsizlikler daha da derinleşmiştir. 1

6 Şubat depremleri, 2020-2022 pandemi döneminde gözlemlenen iktidarın eğitime bakışını daha da çarpıcı biçimde açığa çıkarttı. Üniversitelerde uzaktan eğitime geçilmesi depremzede öğrencilerin bilgisayar ve internet donanımsızlığını tamamen görmezden gelmek anlamına gelmiştir. Yaşadıkları deprem bölgesinden ayrılarak bir süreliğine üniversitesinin bulunduğu kentte yaşama ve rehabilite olma imkânı, gençlerin elinden alınmıştır. Deprem bölgesi dışındaki okullar ve öğrenciler açısındansa uzaktan eğitime geçilmesi akılcı herhangi bir gerekçeden yoksundur. Bitmeyen tepkiler karşısında YÖK Nisan başında üniversitelerin yüz yüze eğitime geçmesine izin vermiştir. Bu da pratikte hibrit yöntem anlamına gelen, sistemin dönemin ortasında değiştirilmesi gibi olanaksız uygulamalar öngören bir karar olmuştur. İktidar öğrenci gençliğin ülke çapında kitlesel bir yer değiştirmeyle öğrenimini sürdürdüğü gerçeğini bilmez görünmektedir. 

Öğrenci yurtlarının depremzede ailelerin barınmasına açılması uzaktan eğitim için bir gerekçe olarak sunulmuştu. Yurtların bu amaçla kullanımının yüzde 18,8 oranında kalmış olması, asıl amacın yükseköğrenim gençliğinin sosyalleşmesinin ve seçim öncesi süreçte politize olmasının maddi koşullarını yok etmek olduğunu göstermektedir. 

Depremzedelerin seçme hakkı ellerinden alındı

4) Depremden etkilenen milyonlarca yurttaşımız henüz daha yaşamlarını yeniden kurmak için uğraşırken, ülkemiz sanki 6 Şubat 2023 ve sonrası hiç yaşanmamışçasına sıradan bir seçim sürecine sokulmuştur. 

Oysa başka her tür toplumsal hak ve olanaklarda olduğu gibi seçmen hakları ve seçim güvenliği konusunda da depremin yarattığı yıkım büyüktür. Günlük yaşamları, barınmaları, geçimleri, sağlıkları, çocuklarının eğitimi henüz güvenceye alınmamış yurttaşlarımız seçim konusunda da sahipsiz ve seçeneksiz bırakılmıştır. Deprem bölgesinden göç etmek zorunda kalan milyonlarca yurttaşın oy kullanabilmesinin önünde, ulaşımdan barınmaya pek çok engel ve zorluk bulunmaktadır. Deprem bölgesinde, hasarlı ya da yıkılmış evlerinin yakınında çadırlarda ve konteynerlerde yaşayan yurttaşların ise seçme haklarını sağlıklı kullanma olanağı açıkçası yoktur. 

YSK, “Yaklaşık 133 bin seçmenin askı süresi içerisinde deprem bölgesinden diğer illerimize kayıtlarını aldırdığını” açıkladı. Bu sayının deprem sonrası memleketlerini terk ettiği bilinen depremzede nüfusunun ve dolayısıyla 11 deprem ilinin toplam seçmen sayısının son derece az bir kısmını temsil ettiği söylenebilir.

Kayıt yaptırmamanın ağır bir travma yaşayan yurttaşların kendilerine ait bir sorun olduğu ise kabul edilemez. Depremzedelere seçme hakkını kullanmaları için yalnızca belirli bir tarihe kadar kaydını değiştirmesi gerektiği söylenmiştir. Oysa söz konusu nüfus olağan gerekçelerle bir başka seçim çevresine taşınmayı seçmiş değil, buna zorunlu kalmıştır. 

TKP bu gerçekten hareketle Nisan ayında YSK’ya başvuruda bulunarak seçme hakkının korunmasının Kurulun sorumluluğu olduğunu hatırlatmış, efektif bir çözüm bulunması için talepte bulunmuştur. Yanıt “ayrıca yapılacak bir işlem” olmadığı biçimindedir. 

Diğer başlıklarda olduğu gibi seçme hakkı için de devlet yurttaşlarına “başlarının çaresine bakmalarını” söylemektedir. 

Bunun üzerine TKP kendi olanakları açısından gerçekçi bir ölçekte sorumluluk üstleneceğini duyurmuş ve bir dizi kentten Hatay’a depremzede seçmenlerin oy vermek amacıyla taşınması için dayanışma örgütlemeye koyulmuştur. Kuşkusuz bu, devletin sorumluluğunda olması gereken bir işlevdir. TKP’nin YSK başvurusu ve dayanışma çağrısından sonra başka siyasi partiler de seçmenleri taşıma organizasyonuna girişmiş, AFAD’ın ise yol parasını karşılayacağı açıklanmıştır. 

* * *

Burada değindiğimiz dört başlığın ötesinde, hukuk yoluyla hak arama, tarihsel ve kültürel mirasa sahip çıkılması, kentsel planlama, tarımsal ve endüstriyel üretimin ayağa kaldırılması, gelir kaybının telafisi, iş olanaklarının yaratılması, göçmen depremzedelerin geri dönüşü gibi karmaşık bir dizi başka sorun sahipsiz ve çözümsüz olarak ortada durmaktadır. 

Siyasi iktidarın ve ilgili kurumların milyonlarca insanı doğrudan vuran ve toplumun bütününü sarsan böylesi bir sorun kümesini “başının çaresine bak” diye karşıladığını, olası çözümleri ise piyasaya bıraktığını söyleyebiliriz. 

Bu durum kabul edilemez. İnsanlarımızın çaresizliğe terk edilmesi ve bir afet üzerinden özel şirketlerin kâr elde etmesi, yurttaş ve insan haklarının açıkça ihlalidir. Türkiye adalet duygusunu yitirerek enkazın altından çıkamaz.

İlgili kurumlar ile kadrolarının mutlak bir yetersizlik sergilediği kesin olmakla birlikte, asıl sorun beceriksizlik olarak hafifsenmemelidir. Siyasi iktidarın halkın sorunları karşısında sergilediği beceriksizlik, afeti “fırsata çevirmek” söz konusu olduğunda benzersiz bir maharete ve kurnazlığa yerini bırakmaktadır. 

Yalnızlaştırmayı mazur göstermeye yarayan dinci gericiliğe ve halkın yararını değil kârları merkeze koyan piyasacılığa karşı mücadele etmeden deprem başlığında adım atılamayacağı, üç ayın sonunda bütün kanıtlarıyla birlikte ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Her durumda 6 Şubat depremleri, hesabı mutlaka sorulması gereken uzun bir listenin şekillenmesine vesile olmuştur. TKP Deprem Takip Merkezi gericiliğin ve piyasacılığın yolunu döşediği bu suç listesinin takipçisi olacaktır. 

Türkiye Komünist Partisi

Deprem Takip Merkezi

10 Mayıs 2023

  • 1.Bizim Gazete, sayı 35, sayfa 6, “Depremden Üç Ay Sonra Eğitimdeki Sorunlar Sürüyor – Eğitim de Enkaz Altında

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetehalkim.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.